Okuma Sevdam

Babamın ölümünden bir yıl sonra,
büyük ağabeyim Kadir terhis oldu
geldi. Kendimizi biraz toparlamaya
çalışırken, tekrar ihtiyat askerliğine
çağırdılar, bir sene de ihtiyat askerliği
yaptı geldi. Bende bir okuma aşkı var
ki gözüm başka bir şey görmüyor.
Falan, falan kıza aşık. Falan kız falan
gence aşık derler. Fakat benim hiç
umurumda değil, illaki okuyacağım.
Ben ilkokulun üçüncü sınıfını
bitirmiştim. O zamanlar köy
Enstitüleri vardı. Köylü çocukları alıp, İlk okuldan sonra beş sene okutup, köy okullarına
öğretmen vekili olarak az bir ücretle tayın ediyorlardı. Üç yıl staj dönemi vardı. Bu üç yılda
olumlu müfettiş raporu alanların öğretmen olarak atamaları yapılıyordu. Bunlara öğretmen
oldukları köyün hazine arazisinden tarla, inek,öküz veriyorlardı. Bir miktar da aylık. Güya bu
öğretmenler köylerde çiftçilik yapacaklar, köylülere de modern çiftçiliği öğreteceklerdi.Bayan
öğretmenlere de dikiş nakış işleri, erkek öğretmenlerin bir kısmına da marangozluk ve diğer el
sanatlarını öğretiyorlardı. Ben okuyayım da ne olursam olayım derdim.
Kadir ağabeyim beni Pazarören Köy Enstitüsü’ne kayıt ettirmek için götürdü. Okula gittik, Okul
Müdürü Şevket Gedikoğlu ile görüştük. Müdür bey bize “siz Adana iline bağlısınız, Adana Düziçi
Bölgesine bağlıdır, Düziçi Köy Enstitüsüne gitmeniz lazım” dedi. Kadir ağabeyim ısrar etti
“Düziçi’nin havası ağırdır, çocuk havayı kaldıramaz”dedi. Müdür Bey “o halde size bir yol
göstereyim” dedi. “Biz gerçi ilkokul üçüncü sınıfı bitirenleri de alıyoruz, ilkokulu burada da
tamamlatıp, ondan sonra Enstitüye kaydediyoruz. Çocuk henüz ilkokul beşi bitirmediğine göre
gidin Kayseri iline bağlı bir köy ilkokulundan diploma alsın, önümüzdeki Haziran dönemi gelin,
Enstitü’nün birinci sınıfına kaydını yaparız ve sonbahar döneminde de ikinci sınıfa geçirtiriz, bu
durum sizin için de avantajlı olur” dedi. Biz de bu duruma sevindik,eve geldik.
Şimdi bir engel daha çıktı; yaş durumu. Bir seneye kadar on altı yaşıma giriyorum. Ağabeyime
hatırlattım. Ağabeyim memurlarla iyi görüşür ve mümkün olan bütün işlerini yaptırırdı.
Ağabeyim ilçeye gitti geldi, hemen yanına koştum vardım. Ağabeyim bana “kardeş, işin olmadı,
senin askerlik evrakın askerlik şubesine verilmiş bu nedenle olmuyor, diğer çocuklar Ekrem ve
Zeki’nin doğumlarını dörder yaş küçülttük, senin yaşın ancak mahkeme kararı ile olurmuş. Sen
Saimbeyli’ye git, bizim kirve Hasan bey Maliyede Veznedar (Eski Adana senatörü Hayri Öner’in
babası) onu gör, Saimbeyli’deki hakim ondan başkası ile konuşmuyormuş, o sana yardımcı
olur” dedi.
Gittim Saimbeyli’ye. Kirvemiz Hasan Öneri buldum, ağabeyimin selamını ilettim ve durumu arz
ettim. Hasan Kirve babacan bir adamdı. “Olur kirve ben Hakim Bey ile bir görüşeyim, önce eve
gidelim karnımızı doyuralım” dedi. Evine götürdü, yemek yedikten sonra birlikte çarşıya çıktık.

Bana “sen şu kahvede otur, ben hakim beyi görür gelirim” dedi gitti. Çok geçmeden geldi “kirve
sen hemen bir dilekçe yazdır götür Hakime ver ” dedi. Bir dilekçe yazdırdım, götürdüm hakime
verdim. Hakim bana “Okula mı gideceksin?” diye sordu. “Evet” dedim. Hakim bana “O halde sen
bu dilekçeyi kime yazdırdıysan ona götür dilekçeyi değiştirsin, okula gideceğimden kayıt zamanı
geçmeden acilen yapılması diye yazdır, yoksa adli tatilde bakamayız” dedi. Dilekçeyi götürdüm
hakim bey’in dediği şekilde yazdırdım, tekrar götürdüm. Baktı “Tamam” dedi. Aile tablosunun
çıkarılması için Nüfus memurluğuna havale etti. Bana da, “Bunu Nüfus Memurluğuna götür,
aile tablosunu çıkarttır, nüfus memuru ile iki de şahit getir gel”dedi. Nüfus memurluğuna gittim,
nüfus memuru Mehmet Yazıcıoğlu idi. Bana “Kardeşim, şu anda kayıt çıkaracak dahi zamanım
yok, ama sevdiğim bir aileye mensupsun onun için kaydı çıkarırım. Fakat en az bir haftaya
kadar mahkemeye gidemem” dedi. Adliyeye gittim, durumu Hakime arz ettim. Hakim, mübaşiri
gönderdi,yine gelmedi. Mübaşir “Askere çağrılacakların yoklaması varmış, nüfus memuru da
orada görevliymiş onun için gelemiyor ” dedi. Hakim Bey bana” sen git on gün sonra iki şahit al
gel” dedi. Saimbeyli, köyümüze takriben 50 kilometredir. Fakat benim okul işi mevzubahis
olunca tarlaya gitmekten daha kolay idi. Bazen at ile giderdim, bazen de yaya. On gün sonra iki
şahit aldım gittim. Şahitlerin biri Polatpınarı köyünden Cemalettin Çelikkanat, biri de bizim
İğdebel!den Musa Boran’dı.
Önce Cemalettin’i çağırdılar. Hakim sordu “Davacıyı tanıyor
musun?” Şahit”Evet tanıyorum”. Hakim “Davacı l929 doğumlu iken zühülen 1927 olarak
geçirildiğini iddia ediyor,davacının iddiasına ne diyorsun?” diye sordu. Şahit “Ben davacının on
kilometre kadar uzağındaki Polatpınarı köyündenim, benim ağabeyim İzmir’de kalıyor,1929
yılında ziyaretimize geldi, davacının köyünde de dayımız var. Biz ağabeyimle dayımı ziyaretine
gittik, Şemail Ali Ağanın bir erkek çocuğu doğmuş onun için ziyafet var dediler ve bizi de
çağırdılar, gittik. Çocuğun adını Kâzım koydular, iyi hatırlıyorum” dedi. İkinci şahidi çağırdılar,
Hakim Bey ona da aynı soruyu sordu, o da “Benim babam canlı mal tüccarıydı, biri geldi “Şemail
Ali Ağa’nın oğlan çocuğu olmuş kurban kesmek için koyun istiyor dedi. Babam da “daha
koyunlar iyice etlenmedi” diyerek baktı, içlerinden iyicesini seçti verdi, ondan biliyorum” dedi.
Hakim sordu “Bu davacı doğduğunda yeni yazı çıkmış mıydı?”. Baktım şahit bocalıyor. Ben gayri
ihtiyari “çıkmıştı de” dedim. Hakim bana “Sen sus, karanlıkta göz kırpmayı ne bilsin adam” dedi.
Şahit ifadesini tamamladı. İmza etmek için cebinden mührünü çıkartırken cebindeki iki buçuk
lirasını oraya düşürdü. Şahit çıktıktan sora Nüfus memuru para buldum diyerek iki buçuk lirayı
yerden kaldırdı. Hakim de “yalancı şahidin olmasın” dedi. Nüfus memuru da “Belki burayı
temizleyenden düşmüş olabilir” dedi. Ben de çıktım şahit Musa Boran ceplerini karıştırıp
duruyor. Ben “Hemen içeri gir senin paran içerde kaldı” dedim. O da hemen girdi parasını aldı.
İki buçuk lirada o zaman iyi paraydı. Günlük elli kuruşa çalışıyorlardı, beş günlük para. Böylece
yaş tashihi işini bitirdik. Yaş tashihimi yapan hakimin adı da Hurşit Erdal dı. İyi insandı. Şimdi
sırada Kayseri iline bağlı bir köy okulunda diploma almak vardı.
Ağabeyim Kayseri’nin Sarız ilçesine bağlı Yalak (Yeşilkent) köyüne gitti, oradaki ilkokul müdürü
ile görüştü ve durumu izah etti. İlkokul müdürü de “İmtihana tabi tutalım, başarılı olursa beşinci
sınıfa kaydını yapar okuturuz” dedi. Gittim Yalak (Yeşilkent)’e. Dört öğretmen vardı, hepsi de
Pazarören Köy Enstitüsü mezunu idi. 1945-1946 ders yılını Yalak(Yeşilkent)ta okudum ve pekiyi
derece ile diploma aldım.

Yazan

Kazım Saban
Ben bu anılarımı yazarken, kendimi övmek veya başkasını karalamak niyetinde değilim. Mesela “Rüşvetçi Nahiye Müdürü” adlı anımda bahsettiğim müdürün hayatının son dönemlerindeki perişanlığını gördüm. Dürüst olmayan kimsenin sonunun iyi gelmeyeceğini ve dürüst insanın da sendelese de yıkılmayacağına inanmaktayım. Bu anılarımı çocuklarıma, torunlarıma ve okuyan diğer insanlara ibret olsun diye yazıyorum.
Kazım SABAN 5-Ocak-2009

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir